Timarlı Sipahi
Timar sâhibi süvâri askeri.
Osmanlı ordusunun esâsı ve en büyük kısmını timarlı sipâhi denilen atlı
ordusu teşkil etmekteydi. Timarlı sipâhiler kapıkulu sınıfları gibi
maaşlı değildi. Leventler ve akıncılar gibi ganimetlerle geçinmezler
yaşamaları için devlet toprak verirdi. Toprağın üzerinde köylü vardı. O
köylüden vergiyi timarlı sipâhi toplar. Bununla hem kendini geçindirir
hem de atları ve silâhları devamlı hazır bulundururdu. Timar
ordunun er ve subaylarına sürekli askerlik hizmetlerine ve kendilerinin ve adamlarının harbe hazır olmaları
sefere çıkarıldığında hazineye yük olmadan getirdikleri silâh
malzeme ve yiyeceklere karşılık ödenen bir maaş gibiydi.
Selçukluların Arapça ıktâ dedikleri böyle toprağa Osmanlılar
tâbiri Türkçeleştirerek dirlik demişlerdir. Dirlikler gelirleri
bakımından üçe ayrılırdı. Yıllık geliri 19.999 akçaya kadar olan dirliğe
timar; 20.000 akçadan 99.999 akçaya kadar olan zeâmet; 100.000 akçadan
îtibâren gelir getirene de has denilirdi. Burada gelir tamâmen vergi
mânâsındadır. Yâni ürünün gerçek değeri değil
üründen köylünün devlete verdiği vergi değeridir. Bu vergiyi
diğer bâzı vergilerle berâber toplamak hakkı dirlik sâhibi sipâhiye âitti.
“Ednâ” denilen küçük timar sâhipleri er ve erbaş; “evsâf” denilen orta
timar sâhipleri astsubay; “âlâ” denilen büyük timar sâhipleri küçük
rütbeli subay derecesindeydiler. Küçük zeâmet sâhipleri binbaşı
orta zeâmet sâhipleri yarbay
büyük zeâmet sâhipleri albay derecesinde yüksek rütbeli süvâri subaylarıydı. Bu sonunculara alay beyi deniliyordu ki
sonradan Farsçalaştırılarak miralay ve bugün aynı mânâda albay
olmuştur. Sancakbeyi tümgeneral ve beylerbeyi orgeneral rütbesindeki
kişilerin dirliğine “hâs” deniliyordu. Vezirlerin
hânedan üyelerinin de hâsları vardı. En büyük hâslar pâdişâha âitti.
İki türlü tımarlı olurdu: aaakireli ve aaakiresiz. aaakireli tımarlılar
tımarı merkezden
yâni İstanbul’da Dîvân-ı Hümâyundan doğrudan doğruya alanlardır.
aaakiresiz timarlılar ise dirliklerini Beylerbeyinin arzı üzerine
alırlardı.
Bir tımarın ilk üç bin akçalık çekirdek kısmına kılıç gerisine terakki
denilirdi. Zîrâ her üç bin akça için sipâhi yanında kendisi gibi atlı
ve teçhizatlı bir asker getirmeğe mecburdur. Cebeli denilen bu erler
sipâhinin çocukları
kardeşleri
akrabâsı olacağı gibi
toprağı işleyen herhangi bir kimse de olabilirdi. Bâzı tımarlarda kılıç iki bin akçaya
hatta daha aza düşebiliyordu. Bâzı timarlarda ise en çok altı bin akçaya kadar çıkabiliyordu.
Sipâhi
timarın bulunduğu topraklarda yaşar
köylülerden vergisini genellikle mal olarak alır ve bu geliri kendisini
ve cebelilerini geçindirmek için kullanırdı. Köylerdeki düzeni korurdu.
Sipâhilerin
tımarları içindeki devlet topraklarını
çiftçilere dağıtırken
verdikleri vesikaya sipâhi senedi denirdi. Birinci Murâd Han zamânında
tesis edilen sipâhilerin Anadolu ve Rumeli’nin Türkleşmesinde ve
İslâmlaşmasında büyük hizmetleri görüldü.
Rumeli tımarları
Anadolu tımarlarından dahaverimliydi. Anadolu’da üç bin akçaya kadar olan tımarlar orduya bir cebeli verdiği hâlde
Rumeli’de üç bin akçaya kadar olan tımarlardan iki
hatta üç cebeli çıktığı olurdu. Tabiî tımarların üzerinde yaşayan köylü
çiftçilerin Anadolu eyâletlerinde büyük çoğunluğu Türk olduğu halde
Rumeli eyâletlerinde ancak yarıya yakını Türk
yarıdan fazlası
bâzı bölgelerde çok daha fazlası Hıristiyan Ortodoks
bâzı bölgeler de Katolikti.
Sefer ilân edilince sipâhiler
Seraskerin bulunduğu yere gelir
yoklama olurlar
dirlik sipâhileri ve cebelileri ayrı ayrı deftere yazılırdı. “Sipâhi ve
cebeli falanca paşanın defterlisidir” diye bilinirdi. Sefere dâvet
olunup da sefere iştirak etmeyen sipâhinin elindeki timar zaptolunur
başkasına verilirdi. Kânunen götürmek mecburiyetinde oldukları cebeli
ve gulâmı getirmeyenler ve götürüp de kaçanların yerlerine diğerlerini
tedârik edemeyenler hakkında da aynı muâmele tatbik olunurdu.
Yığınak emri gelince her tımar sâhibi
cebelileriyle berâber
kendi kazâsının belirli yerinde toplanırdı. O kazâdaki timarlılar
çeribaşı denilen sipâhi yüzbaşısının emrinde bulunurlardı. Çeribaşı da
alay beyinin emrine giriyordu. Alayını toplayan alay beyi
sancak beyine gidip hazır olduğunu bildiriyordu. Kendi mâliyet askerini de alan sancak beyi
bu sipâhi alayıyla berâber
beylerbeyine katılmak üzere harekete geçiyordu. Bu iş büyük bir süratle yapılıyordu.
Beylerbeyilerin izin vermesiyle sancak beyleri tarafından bir kısım
sipâhiler memleket muhâfazası için yerlerinde bırakılabilirdi. Sipâhi
sefere gittiğinde yerine vekil olarak bıraktığı korucu
dirlik sâhibinin yokluğunda toprağın muntazaman işlenmesine nezâret
ederdi. Eğer sipâhi harbin uzaması hâlinde kışı hudutta geçirmek emri
alırsa
dirliğine harçlıkçı denilen bir vekil göndererek
yıllık gelirini bulunduğu yere getirtirdi.
Timar ve zeâmet; sâhibi ölünce
ekseriya büyük oğluna
yoksa kardeşine veya yeğenine verilirdi. Fakat bunun için timar ve zeâmetin bağlı olduğu alay
vârisin toprağı idâre edebilecek kâbiliyet ve şartlara hâiz olduğuna şehâdet ederlerdi. Zâten bir sipâhi subayı
yerine geçecek birini yıllar boyunca hazırlayıp
yetiştirirdi. Bu sûretle dirlik tecrübesiz insanların eline geçmezdi.
Timar ve zeâmet sâhipleri
arâzileri üzerindeki toprakları üç yıldan fazla işlemezlerse
dirliklerini kaybederlerdi. Toprak işlememek
Allahü teâlâya karşı bir günah sayılırdı. Zîrâ toprak sâyesinde Allahü
teâlânın kulları beslenirdi. Timar her eyâlette bulunmazdı. Meselâ
Cezâyir
Tunus
Trablusgarb
Mısır
Yemen
Bağdat gibi eyâletlerde timar ve zeâmet yoktu. Çoğunlukla Türk
nüfûsunun bulunduğu eyâletlerde timar ve zeâmet teşkilâtı yapılmıştır.
Timarlı sipâhi tamâmen Türk soyundan gelirdi.
Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamânında timarlı sipâhiler
en parlak devrini yaşadı. Bu zamanda 166.200 timarlı sipâhi vardı; bunun 74.000’i Rumeli
91.600’ü Anadolu timarlı sipâhisiydi. Bu sûrette Türk atlı ordusu
iki orduya ayrılırdı: Rumeli atlı ordusu ve Anadolu atlı ordusu. Meydan
muhârebelerinde ordu düzeninin sağ ve sol kanatlarını bu iki ordu
teşkil ederdi. Kapıkulu askerleri merkezde bulunurdu. İlk zamanlarda
Rumeli timarlı ordusunun kumandanı Rumeli Beylerbeyi
Anadolu timarlı ordusunun kumandanı da Anadolu Beylerbeyi idi. Fakat
sonradan bu iki kanada da pâdişâh tarafından seçilen vezirler kumanda
etmeye başladı. Sultan Süleyman Han devrinde bu iki ordu o derece
büyüdü ki
sefer Avrupa’da olduğu zaman çok defâ Anadolu sipâhi ordusu çağrılmaz veya bâzı birlikler çağrılırdı. Sefer Asya’da ise
Rumeli askerleri ya çağrılmaz veya bâzı birlikleri sefere katılmak için istenirdi.
Timarlı sipâhiler 17. yüzyıla doğru bozulmaya başladı. Kuruluşlarından
beri Osmanlı Devletinin târihinde büyük bir rol oynayan timarlı sistemi
yeniçeriler için olduğu gibi kanlı ve ızdıraplı bir tasfiyeden ziyâde
sessiz sedâsız bir sûrette ve herhangi bir sarsıntıya sebep olmadan ortadan kalktı.
Asırlar boyunca sipâhiler
memleketin en uzak köşelerine kadar yayılıp
köylüyle iç içe yaşadı ve uzun müddet zirâî iktisâdiyatın ve devlet
toprak siyâsetinin faal mümessilleri rolünü oynamıştı. Pâdişâhın
devletin en ücrâ köşelerindeki sâdık temsilcileriydiler. Köylerin şenlenmesinde
bayındır hâle gelmesinde her türlü yardımda bulunurlardı.
Timarlı sipâhilerin 17. asrın son yıllarında
hele 18. asırdan îtibâren sayıları önemli ölçüde azaldı.
Kapıkulu süvârilerinin ehemmiyet kazanması ile Sultan Abdülmecîd Han (1839-1865)
19 Ocak 1841 fermanı ile birçok timarlı sipâhiyi emekliye sevk etti.
Fakat timarlarını hayatlarının sonuna kadar ellerinde bıraktı. 1844’te
bir kısım timarlı sipâhisi
atlı jandarma olarak hizmete alındı. Zâten uzun müddetten beri ne sipâhi olarak
ne saray mensubu olarak kimseye timar verilmiyordu. Ölen timarlı sipâhilerin çocukları İstanbul’a getirilip
askerî mekteplere veriliyordu. 1850’den sonra timar da
sipâhi de kalmadı.