skender Pala, divan edebiyatı araştırmaları üzerine çalışırken, 2004
yılında `Babil`de Ölüm İstanbul`da Aşk` adlı romanıyla yazı hayatına
yeni bir kapı açmıştı. Bu ilk romanın devamı gelecek miydi? Yaklaşık
beş yıl aradan sonra gelen `Katre-i Matem` (Kapı Yayın
Katre-i
Matem,
müzayededen alınan elyazması bir kitabın hikâyesi olarak başlıyor.
Okurlar, bu elyazması kitabın açtığı kapıdan içeri giriyor ve bir devre
adını veren `lale`nin izinde yazarın oluşturduğu büyüleyici atmosferin
içinde yol alıyor.
Katre-i
Matem,
Osmanlı`nın
en tartışmalı günlerinden hayat sahneleri çiziyor. O günlerde yaşanan
aşklar da yer buluyor romanda. Sevdiğini, evliliklerinin ilk gecesinde
kaybeden kahramanın izinde,
Lale Devri`nden
Patrona Halil isyanına kadar bir yolculuğa çıkıyor okur.
Roman,
bir yanıyla sürükleyici bir polisiye, bir yanıyla da aşk romanı.
İskender Pala ile yeni romanını konuştuk. Pala, ileride bir filme
senaryo olabilecek
Katre-i
Matem`i, kendisi için yazdığını söylüyor.
Roman,
müzayededen alınan elyazması bir kitabın hikâyesi olarak başlıyor.
Kitabın başına neden okurun alışık olmadığı özellikte bir sunuş bölümü
yerleştirme ihtiyacı duydunuz ve hayali bir yazar oluşturdunuz?Tarihî romanların okuyucusu bilhassa diyaloglarda tarihî cümleler veya eski tarz bir anlatım arayabilir.
Budurumda o dilin eski kelimelerini bilmeyen kitleye kendinizi kapatmanız
söz konusudur. Oysa tarihimizi en ziyade öğrenmesi gerekenler,
gençlerimizdir. Benim gündelik dilimi bile ağır bulan bir gençlik
yaşıyor.
Bu yüzden bulduğum elyazmasını yalınlaştırarak romanın dil sorununu çözmeye çalıştım.Romanın özünde bir çiçek, yani lale var. Sizin için laleyi bu kadar esrarlı kılan ne?İki yıl evvel
İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına
İstanbul`da
Lale Zamanı adıyla bir kitap hazırlamış ve o dönemde lale hakkında araştırmalar yapmıştım.
Lalenin nasıl yetiştirildiği, tarihî ve kültürel arka planı, XVI. ve XVIII. yüzyıllarda
İstanbul`un lale merkezi olduğu, hatta bunlardan ikincisine sonradan
Lale Devri adını takmamız vs. hep beni bu güzel çiçeğe yönlendirmişti. Üstelik de
İstanbul, bütün zamanları içinde en güzel, en estetik, en zarif ve yaşanılır halini o çağda yaşamıştı.
İstanbul ile lale birleşince her ikisini de anlatmadan duramazdım.Ele aldığınız dönem, belki de
Osmanlı`nın en tartışmalı dönemi. Neden bu dönemi tercih ettiniz, biraz bugünleri andırdığından mı?
Lale Devrizenginin çok zengin, fakirin çok fakir olduğu, güvenlik ve sosyal
adaletin tükendiği, bu arada modern hayata doğru atılımların yapıldığı,
bilim ve fenne değer verilirken kültürün göz ardı edildiği, akıl tercih
edilirken gönlün sahne dışına itildiği, sosyal çalkantı ve patlamaların
gizli örgütler tarafından yapıldığı vs. yönleriyle günümüze bir
izdüşümü sunmaktadır. Ben de bu yüzden
Lale Devri`ni öne çıkardım. Ancak dikkat çekmek istediğim başka bir husus daha vardı:
İstanbul`un
Lale Zamanı.
Yani lale çiçeği etrafında oluşan bir estetik açılım. İnsanların
güzelliklere, gülümsemelere, yakınlaşmalara, tabiata, şiire en ziyade
ihtiyaç duydukları bir zamandayız ve lale çiçeği ekseninde
İstanbul bütün bunlara kapılarını açmış durumda. Lale çiçeği her şehirde güzeldir, ama en çok da
İstanbul`a yakışır. XVI. yüzyılda
Avusturya ve
Hollanda`ya, XIX. yüzyılda da
Kanada`ya
İstanbul`dan
gitmiştir. Ben yüzyıllar geçerken insan ögesinin hiç değişmediğini,
değişen şeyin yalnızca kıyafetler olduğunu söylerim hep.
İhtiraslarve aldatmacalar, iyiler ve kötüler, yönetenler ve yönetilenler her
zaman vardır ve her çağda aynı biçimde davranırlar. Yalnızca
kullandıkları araçlar değişir.
Roman kahramanı Hafız Çelebi`nin ağzından lalenin hikâyesi anlatılırken, geçmişe özlemin vurgulandığını görüyoruz.
Hatta kaçırılmış bir kız tanımlaması yapılıyor? Buradan okur tam olarak ne anlamalı?Lale,
Doğulu bir çiçektir ve ilk önce Türklerin bahçesinde açmıştır.
Orta Asya`dan Anadolu`ya, Selçuklulardan
Osmanlılar`a lale hikâyeleri doludur.
Şimdi ise lale borsası
Hollanda`da kuruluyor.
Şimdi ben, lale hakkında geçmişe özlem duymakta haksız mıyım? Keşke laleyi şimdi de dünya piyasalarına
İstanbul`dan gönderebiliyor olsaydık.
Romana yerleştirdiğiniz derkenar ve resimler bir romanda çok alışık olduğumuz bölümler değil...
Okuyucumbenden aşk hikâyeleri dinlemeye alışkındır. Onları hayal kırıklığına
uğratmak istemediğimi itiraf edeyim. Ayrıca aşk ile macerayı paralel
ilerletmek için bir yenilik yapmak gerekmişti, onu yaptım.
Roman özünde bir aşk romanı gibi görünse de okuru maceradan maceraya gezdiren bir polisiye roman tadı da veriyor.
Katre-i
Matem`e hem aşk hem de polisiye romanı diyebilir miyiz?
Katre-i
Matem`i
aşktan ziyade macera romanı diye kurguladım. Kovalamacanın kaynağını
aşka bağladığım için hem aşk hem de polisiye çizgisi paralel yürüdü.
Katre-i
Matem, kurgusu itibarıyla film senaryosunu da andırıyor. Romanı bir gün beyazperdede görebilecek miyiz?Romanı
yazarken bir senaristin işini kolaylaştıracak hemen her şeyi yaptım.
Filmi çok pahalı olacaktır; ancak mutlaka bir gün birileri bu senaryoyu
film yapmak isteyecektir. Eğer
Hollywood düzeyinde bir film olursa neden olmasın?!..
Romana son halini verirken
Amerika`da olduğunuzu biliyoruz. Yabancı bir ülkede ve yalnız olmanız romana etki etti mi?
Amerika`ya ülkemizi temsilen bir yazar kolonisine katılmak üzere iki aylığına çağrılmıştım. Ancak iki hafta kalabildim.
Bu iki haftada sakin bir zihin ile romanın son okumasını yaptım; pek çok yerini kısalttım, pek çok ilave yaptım.İlk
romanınızda divan edebiyatı yönünüz daha fazla hissediliyordu. Fakat bu
romanınızda romancı-yazar yönünüz ağır basıyor. Siz iki romanınızı
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Katre-i
Matem,
Babil`de
Ölüm İstanbul`da
Aşk`a nazaran daha bir roman oldu sanırım. Çünkü
Babil`de Ölüm`ü divan şiiri için yazmıştım, bunu kendim için yazdım.